23 Aralık 2009 Çarşamba

ÇAM AGACI SÜSLEME GELENEGI ve TÜRKLER

Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.

Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.

Buna hayat ağacı diyorlar.

Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde görebiliriz. Türklerde güneş çok önemli.

İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor. Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor. İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı NARDUGAN (nar=güneş, tugan/dugan=doğan) Doğan Güneş .

Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar. Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan. Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar. Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme.

Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş. Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş. Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.

Bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor. İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.

"Doğum, güneşin yeniden doğuşu" 

22 Aralık 2009 Salı

Toplumsal Zekâ...

Kurnazlık, geri kalmış toplumlara özgüdür
Almanya'nın geniş otobanlarında yol alıyorduk. Baktım ki otomobiller yavaşlıyor ve yolun iki yanına diziliyorlar, orta şerit boş kalıyor. Ne olduğunu anlamadım ama biz de öyle yaptık. Beklemeye başladık. Yolun ortası bomboş ama hiç kimse oraya direksiyon kırmıyor. Kuyrukta sakin sakin bekliyor. Biraz sonra durumu öğrendik. İleride bir kaza olmuş, yol tıkanmış. Böyle durumlarda Alman sürücüler fermuar ilkesini uygular ve iki yana çekilerek yolu polisler, ambulanslar ve çekiciler için serbest bırakırmış. Gerçekten de biraz sonra o bomboş yoldan polis arabaları ve ambulanslar neredeyse iki yüz kilometre süratle geçip gitti. Önlerinde hiçbir engel yoktu. Çok geçmeden yol açıldı, bütün araçlar hareket ederek gideceği yere vaktinde ulaştı.
Anlattığım; bir toplu zekâ örneğidir. Alman sürücüler bu toplu zekâya sahip oldukları için sorun daha çabuk çözüldü ve daha çabuk hareket ettiler. Oysa hepsi tek tek kurnazlık etmeye çalışıp orta şeridi kullansaydı, otobanın tıkanıklığı saatlerce sürerdi ve hepsi zarar görürdü.
Bu örnekte görüldüğü gibi durmadan kurnazlık eden bireylerin oluşturduğu bir toplum iyi işlemez. Çünkü kurnazlık, toplu çıkara, toplu zekâya aykırıdır. Bireylerin, dönen toplum çarkları içinde birer dişli olmayı kabul etmeleri gerekir. Zekâ bunu gerektirir ve çarklar ancak böyle işler.
Bir örnek daha vereyim: Bin kişilik bir sinema salonunda yangın çıktığını düşünün. Sinema müdürü anons ediyor, kimsenin paniğe kapılmamasını, ilk sıradan başlayarak salonun boşaltılacağını, böylece herkesin kurtulacağını söylüyor. Bu plana uyan herkes kurtulur. Ama seyirciler bir an önce kendi canlarını kurtarmak için kapıya atılırlarsa büyük bir tepişme yaşanır ve üç beş kişi dışında herkes can verir.
Organize toplumlarla, geri kalmış toplumların temel farkı buradadır. Geri kalmış toplumlar kurnaz bireylere, ileri toplumlar ise kurnazlığı aklına getirmeyen ve kurallara uyan yurttaşlara sahiptir. Demokrasi de ancak böyle toplumlarda yürür. Öbür türlüsü; en kurnaz olanın başa geçip kendi menfaatlerini toplum menfaati olarak yutturmasından ibarettir. Yani bir çeşit diktatörlüktür.
Unutmayın ki her zaman sizden daha kurnaz biri çıkar.

18 Aralık 2009 Cuma

Morris Şinasi'yi tanıyor musunuz?

Yıl 1855, Manisa'da Safarat Yahudilerinden fakir bir ailenin bir erkek çocuğu olur. İsmini Morris koyarlar. Morris dokuz yaşında kuşpalazı hastalığına yakalanınca ölümle burun buruna gelir. Şinasi isimli bir Müslüman doktorun tedavisi neticesinde iyileşince, ailesi ona Şinasi ismini de verirler. Bu bir vefa borcudur.
Bu vefa anlayışı Morris'in ruhuna da işleyecektir.

Derken Morris on beş yaşına gelince fakir olan ailesine yardım etmek için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer. Okuma yazması olmadığından işten atılır. Sebebi ise, dışarıdan bir Yahudi ailesi gelir ve mezarlıktaki yakınlarının mezarını görmek ister. Fakat mezarın yerini bilmiyorlar. Morris ise okuma bilmediğinden mezarın yerini gösteremez. Bu aile durumu bölgenin Yahudilerine bildirerek Morris'i işten attırırlar. İş arayan Şinasi 1870 yılında henüz 15 yaşlarında yine bir Yahudi olan Garofolo isimli bir tütün tüccarının yanında işe girer. Kısa zamanda patronunun gözüne giren Morris gösterdiği başarıdan dolayı patronu tarafından Mısır'a götürülür. Orda da gösterdiği başarılardan dolayı artık patronuyla dost olmuştur.

Morris 1890 yılında Amerika'ya gitmeye karar verir. Patronundan aldığı 25 bin dolar la yenidünyaya geçer. Orada Şikago Beynelmilel (uluslararası) Fuarında bir sigara yapıştırma makinesi sergiler. Bu makine oldukça ilgi görür. Buradan kazandığı para ile hem Garofolo ya olan borcunu öder, hem de bir iş kurma imkanı bulur. Yıl 1903'e geldiğinde ABD devleti Akdeniz'de ticaret yapabilmek ve gemilerini geçirebilmek için sultan Abdulhamit'e başvurur. Sultan bu teklifi ABD'nin Osmanlıya HARAÇ vermesi karşılığı kabul eder. Yalnız bir şart daha koşar. Ve der ki: -bizden tütün de satın alacaksınız.
Amerika bunu da kabul eder ve tarihinde ilk ve tek olarak Osmanlıya HARAÇ verir. İşte bu tütün anlaşması Morris'in yolunu açar. Ege tütününü iyi tanır ve bağlantıları da vardır. Bu bağlantı avantajını iyi kullanır.
Kısa sürede önünde geniş ufuklar açılan Morris, erkek kardeşi Solomon'u da Manisa'dan getirterek iş alanını iyice geliştirir.
New York'ta Brodway 120, Sokakta SCHİNASİ BROTHERS COMPANY isimli bir sigara fabrikası kurar. Bu bina hala ayakta kalmayı başarmıştır. Kurduğu bu fabrikada Türkiye'den götürdüğü tütünleri kullanan Morris, kısa zamanda Türk tipi sigaralarla üne kavuşur. Türkiye'den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri yine bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle yüksek kalite mamuller elde etmeyi
başarır.
1903 yılında Selanik'te iş arkadaşı olan Jozef Ben Rubi'nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir. Victoria, Juliette ve Altina isimli üç kızı ile Leon isimli bir erkek çocuğu olur. Artık Morris çok zengindir. Hatta yunan Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli bir malikane yaptırır. Malikanenin 52 odalı olduğu rivayet edilir.
Bu günlerden diğer bir rivayette şudur:
Morris Yunanistan'da bir basın toplantısı yapar. Bir gazeteci bir kağıda bir soru yazar ve Morris'e verir. Morris kağıdı yanındakine verir ve "Ben okuma bilmem sen oku". der. Ardından başka bir gazeteci:-okuma-yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz, bir de tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz? Morris şu cevabı verir:
- iyi bir mezar bekçisi olurdum!
1916 yılında şirketinin tüm haklarını Amerikan Tabacco Company'e satar. Ve iş hayatından çekilir. Bu
arada çocuklarını kurduğu ve Morris'in arkadaşı Philip'in de ortak olduğu (bir rivayete göre Morris bizzat kendisi kurmuştur) ve şu an dünya tütün devi olan Philip Morris Company doğmuştur. Gerisini bilirsiniz.
Peki, halen Manisa da hizmet veren Şinasi Morris Hastanesi'nin hikayesi nedir?

Morris 1928 yılında memleketi olan ve doğup büyüdüğü yer olan Manisa'yı hiç unutmaz. O kadar ki yaptırdığı evi Türk stili yaptırır ve içini de yine Türk şark tarzı ile döşer. Çocukluğunda çektiği hastalığı ve gördüğü vefayı da unutmaz. Bu amaçla bir milyon dolarlık bir bütçe ayırır. Bunu 800 bin doları ile bir hastane yaptırır. Bu hastane çocuk hastanesidir. Bu hastanenin çok geniş
arazisi vardır ve burada inek, koyun, keçi ve tavuk gibi hayvanlar beslenir ve sebze ve meyve yetiştirilir ki çocukları taze besinlerle beslesinler diye. Yine bu hastanenin faytondan Ambulansı ve başhekimin faytondan makam aracı vardır. Bütün bu ayrıntılar bizzat Morris tarafından düşünülmüştür. Geriye kalan 200 bin dolarla da devlet tahvili alarak; bu tahvillerin getirisi olan 33 bin dolar her yıl iki taksit halinde Morris Şinasi Çocuk Hastanesine gönderilir.
Morris Şinasi kurduğu bir vakıfla hastanenin geleceğini de düşünmüştür; Chemical Bank Of New York'u da mutemet tayin etmiştir. Üç yılda bir kurduğu vakfın mütevelli heyeti Türkiye'ye gelerek, Manisa'da hastaneyi ziyaret etmekte ve yapılan işleri yerinde denetlemektedirler...